Kemal Bey’in siyasi dönemeci

Türkiye, gerçekten de tarihi seçimlerinden birini geride bıraktı.

Kemal Bey’in siyasi dönemeci

Seçimin sonucu, demokrasiden yana tavır alan ve otokratik rejime son vermeyi amaçlayanların arzu ettikleri şekilde olsaydı, bugün bambaşka şeyleri konuşuyor olacaktık. "Bilinen nedenlerle" öyle olmadı. O "bilinen" nedenlerin neler olduğunu zaten seçim sürecinde de, yani öncesinde de seçim sırasında çok konuştuk, yazdık, çizdik.

Bunların en başında, mevcut rejime karşı Cumhuriyet tarihinin en geniş ittifak cephesinin örgütlenmesine karşın, bu örgütlenmenin yaptığı "iç hatalar" vardı. Bu da, ittifak ilkelerinin üzerinde, gereken titizlikte çalışmanın yapılmaması bu nedenle sakat birlikteliklerin (özellikle de Millet İttifakı / Altılı Masa) sakat yol haritalarına yol açmasıydı. Kim kiminle nasıl yol yürüyeceğine dair açık ve net bir fikre sahip olmadan ve işbirliği örgüt tabanlarında tam olarak hazmedilmeden seçime girildi.

İkinci ve en önemli hata ise, seçimde yarışan diğer cephenin (ve Şahsım’ın) "Anayasaya aykırı" bir şekilde, yani "aday olma yeterliliği olmadan" yarışa girmesine gereken itirazın yapılmamasıydı. Toplumda esen ve bence gerçekçi olan "rejimin değişmesi gerektiği rüzgarı"nın etkisiyle "Nasıl olsa kazanacağız. Adamı mağdur pozisyonuna düşürmeyelim" gibi bir çarpık ve yanlış düşünce ile bu itiraz büyütülmedi.

Burada yapılan "ağır hesap hatası", yenilginin nedenlerinden biri olarak şimdi iyice ortaya çıkıyor. Millet İttifakı’nın kurmayları (6 genel başkan ve akıl hocaları) burada "Ya kazanırsa?.." seçeneğini iyi hesaplamayarak (ihtimal vermeyerek veya anket sonuçlarını abartarak) kötü bir satranç hamlesi yapmış ve bu satırların yazarı başta olmak üzere kendilerini ısrarla uyaranlara kulak asmayarak tarihi bir hataya imza atmışlardır.

Ama, en vahim hata bu kadar tarihi bir dönemeçte bu kadar tarihi bir "muhalif cephe ittifakının" (sağda da, solda da) seçimin gerçek önemini kavramadıklarını belli eder şekilde "Sandık güvenliği örgütlenmesini başaramamış" olmalarıdır. Seçmen kütüklerinin, yüzbinlerce (belki de milyona varan) sığınmacıyı dahil edecek şekilde bin bir türlü hile ile tanzimi, oy kullanımı, sayımı, tasnifi ve aktarımı sırasında yapılan ağır baskı ve hileler "yürütmenin başı tarafından atandığı için taraflı davranan YSK’nın" da yardımı ile sağlanan "tartışmalı zaferin" önlenmesi mümkün olamamıştır.

Bütün bunlar, "yenilginin" ya da tarihsel bağlamına iyice oturtulduğunda "ağır bir yenilginin" müsebbibi, başlıca nedenleridir.

HHH

Aslında buraya kadar bile bakıldığında "Madem bu kadar yasadışılık ve hileden söz ediliyor... O zaman buna yenilgi denebilir mi?" sorusu da sorulabilir. Haklı da sayılabilir.

Ancak, sonuç anayasal çerçevede tescil edildiğine (ve kaybedenler, kararlı bir itiraz eylemliliğine girişmediğine, hayatlarına devam ettiklerine) göre, artık yapılacak olan şey "yenilginin analizi ve bundan sonrasının planlanması" olmalıdır.

Bütün bunları bir yana koyarsak...

28 Mayıs geceyarısından itibaren, bütün faturanın adeta "Kemal Kılıçdaroğlu" isimli tek bir şahsa ve Cumhuriyet Halk Partisi gibi tek bir kuruma kesilmesi gibi abuk bir durumu-haksızlığı da tartışmalıyız.

Yukarıda olabildiğince ayrıntılı hatırlattığımız hataların ve o hatalara yol açan koşulların tek sorumlusu "Bay Kemal" ve onun "CaHaPe’si" midir gerçekten?

Gelişmiş demokrasilerde, böylesine önemli dönemeçlerde yapılan seçimlerin kaybedilmesi halinde, siyasi parti liderlerin "hemen ertesi sabah" masanın üzerine anahtarları bırakıp gitmesi ilkesi tabii ki geçerlidir. Ancak burada (özellikle yukarıda saydığımız) "çok aktörlü cephe, tarihi boyutta hile ve hud’a uygulamaları, Anayasal ve yasal ağır ihlaller, bel altı kampanya yöntemleri vb." düşünüldüğünde, en azından Kılıçdaroğlu’nun "hemen şimdi istifasını" talep etmek çok mu gerçekçidir? Bunu da hesaba katmak gerekiyor.

Bence de Kılıçdaroğlu, partinin ve (zaten dağılmaya yüz tutmuş) ittifakın başında daha fazla kalmamalıdır. Ama 100 yıllık köklü bir siyasi yapının (kendi tabiriyle) "Kaptanlığını hemen bırakıp fırtınalı denizde yapayalnız bırakmama" seçeneği, anlaşılır bir "sorumlu davranış" gibi görünmektedir.

Ben Kılıçdaroğlu’nun, sanıldığı gibi "İmamoğlu ile bir siyasi yarışa girmeye ve ne olursa olsun koltuğa yapışmaya kararlı olduğuna" inanmıyorum. Dahası, yenilginin ve sonuçlarının ağırlığını ve ciddiyetini bir hayli kavradığını da düşünüyorum.

Bunları, "Kemal Bey’in Parti’nin kurucu kimliğine, ideolojisine, hatta 6 okunun temsil ettiği değerlere, dolaylı olarak Türkiye’nin bugününe ve geleceğine verdiği zararı ve yaptığı hataları" unutturmak ya da yok saymak için söylemiyorum. Tek başına "CHP nedir, kimdir, neyi temsil ediyor?" gibi soruların yanıtlarını bulamamış olmak, partiyi soldan hızla uzaklaştırmak ve partinin bugünkü kaotik (manevi ve maddi) durumuna düşürmek bile o koltukta oturmaması için geçerli nedenlerdir.

Ama hem kamuoyundaki bazı tepkilerin, hem de bir kısım medya mensubunun "hırçın ve gazetecilik etiğine yakışmayan üslupla saldırılarının da Kemal Bey tarafından hak edilmeğine inanıyorum.

Meseleleri kavramış ve biraz da "el yordamı ile" altından bir çıkış arayan bir siyasi kişilik olarak "emekliliğe hazırlanmakta olan" bir siyasi figür olduğuna inanıyorum.

Belki de torunları ile daha fazla vakit geçirmek, bugünler da dahil, bürokrasi ve siyasi yaşamının bir muhasebesini yapmak için vakit bulduğunda, eski "Sigorta Genel Müdürü"nün, bütün bunları iyice düşünecek vakti olacaktır.

Ve yazmalıdır,

okuması çok keyifli olabilir.

 

16.06.2023  Birgün net'de Yayınlanmıştır.