İnikli’nin Kadınları…

Uzun bir aradan sonra Arka Haber’in yenilenen ve son derece profesyonel haber platformundan tekrar merhaba… Kendi fikir ve yaşam tarzlarına anlayış ve özgürlüğü tartışılmaz hak kabul ederken, muhalif görüşlerimize tahammül edemeyerek her alandan silmeye çalışan tatlı su demokratlarına inatla, bize kapılarını ardına kadar açan Arka Haber’in kurucusu kıymetli meslektaşım Nilgün Ege’ye sonsuz teşekkürler… Gelelim yine bize sunulan ve birçok kişinin kader kabul ettiği garip ahvalimize…

İnikli’nin Kadınları…

Rafet El Roman’ın Yaşa Çiftçi şarkısının bir bölümünde ne güzel anlatır, toprak emekçilerinin durumunu… Gün boyu her mevsim mücadele eden çiftçilerimiz, haksız kazanca tamah etmiş soysuz görgüsüzlerle birlikte magazin figürleri kadar gündem oluşturmaz ekranlarda…

Roman’ın dediği gibi;

Terler akar vücudundan

O Allah’ın sıcağında

Senin resmin yok gazetede

Her mevsimin yeni savaş

Biri bitmez biri başlar

Bu gece de yoksun ekranda…

Ürününe hak ettiği fiyatı alabilme mücadelesini verirken o ürün için feda edilen hayatlardan kadına dair olan bir kesit sunmak istiyorum, yandaş kanalların ucuz magazin maymunlarına inatla...

Sizi İznik’in İnikli köyüne götürmek istiyorum. Yemyeşil doğası, sürekli çalışan insanları ve göz ardı edilen emekçi kadınlarının tarlalara gömdükleri umutlarını dilim döndüğünce paylaşmak istedim, sizlerle…

Şeftali, domates, kivi, zeytin ve üzüm yetiştirilen bu alanda, ürün teklemeleri, ağaç bakımları, sulama ve hasada kadar sürekli emek veren İnikli’nin kadınları ve onlara destek olan bazı erkeklerle birlikte omuz omuza aralıksız çalışırlar…

Kadın olmayı unutmuş kadınlar…

Köyün en yaşlılarından biri olan Ziyneti Hanım 70 yaşında, 18’lik gençlere taş çıkarır gibi çocuklarına destek olur. Ezanla kalkıp, yemeklerini yapar. Gücü yettiğince de tarlasına gider. Oğlu Ömer ve karısı Hatice ile Hatice’nin Ablası Havva,  hayatlarını çiftçilikten kazanırlar… Durduklarını hiç görmedim. Kendi tarlaları, anne ve babalarının tarlası dışında ailenin tüm yaşlılarının da tarlalarını ekip biçerler. Ömer, bu kadar uğraşa rağmen ürüne zarar gelecek endişesinden saçları dökülme noktasına gelir…

Köyün yarısının adı Ayşe’dir. Ayşe isminin üretim ve çalışkanlıkla bir alakası olmalı ki hepsi arı gibi çalışırlar…

Birinci Ayşe’nin beli kırık olmasına rağmen bir yandan engelli oğlu ve diyalize giden kocasının bakımını yaparken bir yandan da zeytin hasadının başkahramanıdır. Sürekli bir şeyler yetiştirir ve üretir. Öyle ki, çocuklarının bile kışlık yiyeceğini hatta arkadaşlarına verecekleri hediyelik zeytini bile hazır tutar…

İkinci Ayşe’nin oğlu trafik kazasında ayağını yaralamıştır. Gözlerinde buğulu bir hüzünle her işe gittiğinde sanki onun için çalışır. Kendi bahçesi dışında sürekli günlük bağ bahçe işlerine de gider. Evde bir koca ve kayınpederin hizmeti de ondan sorulur.

Üçüncü Ayşe’yi, domates tarlasında, şeftalide, gündelik bağ bahçe imecesinde kısacası her yerde görebilirsiniz. Küçük kızını okutup evlendirmenin oğluna ev almanın sorumluluğunu üzerinden hiç atamaz, hep çalışır. Kocası muhtar olduğu için geleni gideni hiç bitmez.

Bir de Hafize vardır ki... Yazın sıcağında yalnız köyün değil Pamukova’nın tarlalarına bile alın terini akıtır. Yüzünün rengi çalışmaktan alı alına moru moruna karışır. Yılın sadece birkaç gününü evinde geçiren Hafize, üç erkek çocuğunun sorumluluğunu tek başına üstlenerek, geleceklerini kurma endişesindedir… Hafize’nin İnikli’ye bir kaç kilometre uzağında oturan ve beyin ameliyatı geçirmiş olan annesi bile yaz kış demeden sürekli tarladadır…

Yüz üstü çalıştıkları tarladan eve geldiklerinde de işleri bitmez. Bu defa evin hanımı oldukları gerçeği önlerinde durur. Yemek yapılacak, çocuklar toparlanacak, ev temizlenecektir… Evin önüne dikilen bahçeye bakarken, gelecek kışı ve çocuklarını unutmazlar. Evleri tertemizdir. Hepsi harika turşular kurar, nefis salça ve zeytinler yaparlar… Paylaşmaktan asla çekinmezler… Kapılarına her gelene mutlaka bir şeyler vererek gönderirler.

Yazın sıcağında, kışın soğuğunda unuttukları kadınlıklarını ise ancak düğünlerde hatırlarlar...

“İşi olmayanın aşı olmaz” düsturundan hareketle canlarını dişine takan bu kadınlar, ülke ekonomisine önemli katkı sağlar. Özenle yetiştirdikleri ve titizlikle topladıkları ürünlerin çok büyük bir kısmı ihracata gider. Her çeşit zeytin desen en çok İznik ve İnikli’de toplanır. Buradan tüm ülkeye hatta dünyanın pek çok ülkesine gider. Ama herkes bir Gemlik zeytinini ve Ege zeytinyağını bilir.  Oralara da çokça bu yörenin kadınlarının emeği ile yetişen zeytinler ve bunlardan elde edilmiş zeytinyağları gider.  Ama modern çağın algı yönetiminden yoksun olduklarından marka bilinirlikleri de bilinmezlik girdabından nasibini alır.

Bu emeği ve adeta açık hava müzesi olan İznik ve köylerini turizm cenneti yapmayı görev addetmemiş olan Belediye Başkanları ve Yönetimleri, bölgeye bu katkıyı yapmayacaklarsa ne yapacaklar veya ne yaptılar, bilinmez…

İsmini sayamadığım İnikli’nin elleri öpülesi cefakâr ve çalışkan kadınları aslında Türkiye’deki günlük tarım işçilerinin çarpıcı gerçeğinin açık seçik yansımasıdır. Üç kuruş paraya aralıksız çalışmak ve taban fiyatları arasına sıkışmış hayatlarda küçük umutlar yeşerten Türkiye’nin emekçi kadınları…

Beşli çeteye sosyal devlet

Emekçiye DÖVlet

 

İşte siz bu insanlardan esirgediniz, 5 bin TL’yi…

Sosyal güvencesi olmayan olsa da haklarını bilmeyen bu kadınlardan esirgediniz, emekli olmalarını…

Öyle ki, seçim zamanları bile hatırlamadınız, hatırlama gereğini duymadınız. Çünkü onlar hem emekçi hem de kadındılar… Ne düşündünüz acaba? Önüne bile isteye geçmediğiniz kadın cinayetlerine nasıl olsa kurban giderler, eksilirler hesabını mı yaptınız?

Ürünü sigortaladınız ama emeği 5510 sayılı Kanun’un EK 5. Maddesine bağladınız. Sosyal devletin gereği olarak, bunun bile bilgi ve bilinçlendirmeyi yapmadınız. Keşke zorunlu kılsaydınız da bu kadınların elden ayaktan düştüklerinde bir gelirleri olsaydı. Madenci tekmeleyen bürokratı, büyükelçilikle taltif ettiniz de bu kadınlara bir emekliliği çok gördünüz…

Çalışan, üreten ve günlük 450 lira alan bu kadınlar için, “yarısı bizden” diyerek sigorta primlerinin bir kısmını da devlet ödeseydi, ne kaybederdi.  Ya da gittiğinizde cep telefonlarıyla oynayıp, zoraki iş yapan SGK uzmanlarınız oturup bu işe bir kafa yorsalardı, projeler üretselerdi…

Şimdi, “isteğe bağlı yaptık. Daha ne istiyorsunuz” diyerek günah çıkaracaksınız eminim. 

Ama bu kadınlar için ödeyeceğiniz para, beşli çetenin sildiğiniz vergi borçlarının yarısı bile etmez.

Kabataş yalancıları gibi bence sizin de diliniz kaba, vicdanınız taş…