Affedin bizi çocuklar…

Aslında bu yazıyı 20 Kasım Dünya Çocuk Katliamları Günü’nde bugüne kadar bir hiç uğruna katledilen çocuklar için yazmayı planlamıştım. Ama biz plan yaparken hayatın bildiğini okuma gerçeği, 13 Kasım Pazar Günü saat 16: 20’de tokat gibi yüzümüzde patladı. Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde evlatları ile birlikte güzel anılar ve anlar biriktirmek için gidenler, bu hayatın daha da ağırlaştırılmış vicdan yükü ile bizleri baş başa bırakarak “elveda” dediler… Çocuk ve katliam sizce yan yana gelebilecek kavramlar mıdır? Elbette hayır. Dünya da ve Türkiye’de, çocuk katliamlarından medet umarak amaçlarına ulaşmaya çalışan, kan emicilere “dur” denmedikçe vicdan yüklerimiz altında ezilmeye devam edeceğiz…

Affedin bizi çocuklar…

Öldür “kar et”, yaşat yine “kar et”


Tüm dünyanın barış havariliğine soyunan başta Amerika olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, Orwellyen
bir tutumla “savaşın en karlı barış” olduğuna tüm gücüyle inanmakta… Öyle k, üzerlerindeki zenginlik
güneşini batırmama gayretleri ise Guernica’da bile yer alamayacak türden ayrı bir utanç tablosuna
ilham verir nitelikte… Örneğin; Vietnam’da kullandıkları 80 milyon litre portakal gazı ile yarattıkları
katliamın, sonrasındaki ölümcül etkilerini temizleme görevine de soyunabiliyorlar. Hem de
umarsızca… Öldürerek de yaşatarak da “kanlı karlılık” oyunlarından hiç vazgeçmeyeceklerini açıkça
gösteriyorlar…

Hafızamızı tazelemek adına hiç unutmadığım asla da unutmayacağım bu oyunlardan bazıları;

 

Soykırımın ete kemiğe bürünmüş hali; Hocalı Katliamı,


Hocalı kasabasında, 25 Şubat’ı 26’ya bağlayan gecede Ermeni kuvvetleri, 83 çocuğu ağır işkence
yaparak öldürdü. Sözde Ermeni soy kırımı yasasını parlamentolarından göstere göstere geçiren
Avrupa’nın muhteşem demokratları, Hocalı ’da katledilen masumların adını bile bir türlü anmazlar….

İran – Irak Savaşı,
 

Saçma sapan bir sınır hikâyesi uğruna yaklaşık 1 milyon masum sivilin öldürüldüğü bu savaşın gerçek
amacını hiç bilebildik mi?


Nükleer Silah Bahanesinin Yarattığı Irak İşgali,


Sayısız masum ve sivilin hayatını kaybettiği, 1980 – 1988 yılları arasındaki savaşta ölen çocuk sayısı bir
türlü belirlenemedi. Sonradan, Irak Sağlık Bakanlığı bir açıklama yapabildi. Buna göre son 10 yılda
yaklaşık 2 milyona yakın çocuk savaş, ambargo ve bağlı nedenlerle öldü. Fakat savaşın yıkıcı etkisi
izleyen ambargo sürecinde de devam etti. Savaş kalıntılarına bağlı çocuk ölümlerine ilişkin olarak,
UNICEF Irak Temsilciliği, yaptığı açıklamada, 2021 yılında savaş kalıntısı patlayıcılar nedeniyle 52
çocuğun yaşamını yitirdiği, 73 çocuğun da sakat kaldığı ifade edildi.

 

“Kavanozdaki Ölü Bebekler Ülkesi; Vietnam Savaşı (1959 -1975)


İHH’dan Osman Sağırlı’nın harika gözlemlerinden oluşan yazısında, 30 yıllık savaş yorgunu Vietnam’da
faturanın sivillere özelliklere de çocuklara çıktığını görüyoruz. Kullanılan portakal gazı yani dioxin
doğada yok olmayan ve solunduğunda rahimde biriken bir zehir. Bu gaz nedeniyle 400 bin kişi ölürken
sonraki etkilerinden 1 milyon sakat çocuğun dünyaya geldiğini belirten Osman Sağırlı, dünyada en
fazla özürlünün Vietnam'da olduğunu vurguluyor.

Sağırlı’nın sonraki tespitleri ise bu tabloyu aratacak cinsten. Kimyasal silahtan etkilenen Vietnamlı
çocukların ve gençlerin bulunduğu Saygon'daki Tu Du Doğum Hastanesi’ndeki tespitlerini şöyle
anlatıyor: “Bakmaya yürek dayanmıyor; kiminin gözü, kiminin kolu bacağı yok. Vücudu anormal
yaralarla dolu hasta çocuklar, son demlerini yaşayanlar... Bu şekilde tam 67 hasta var. Hastanenin
son katındaki bir oda ise yaşananların tam bir özeti... Büyük boy yüzlerce kavanozun sıralandığı
raflar ve içlerinde doğumdan hemen sonra veya anne karnında ölen ceninler. Kavanozların
üzerinde ise doğum tarihi, anne adı gibi bilgiler mevcut. Hastane görevlileri bunları propaganda
amacıyla saklamadıklarını, hatta sadece bize gösterdiklerini açıklıyor. Bu çok inandırıcı değil, kaldı
ki öldürenin suçlanacağı yerde ölüsünü göstereni suçlamanın da bir mantığı yok…”


Kazananı olmayan bu savaşın da maalesef tek kaybedeni, yine çocuklar ve masum insanlar oluyor.
Sonuç nedense hiç değişmiyor, değişemiyor…
 

Bu örnekleri çoğaltmak ne yazık ki mümkün…


Halepçe katliamında son umut evladını korumak için sık sıkı sarılan annenin yerde yatan görüntüsünü
hangimiz unutabildik. Nagazaki ve Hiroşima bombardımanı sırasında ölü kardeşini sırtlamış küçük
kahramanın fotoğrafına her baktığınızda, insanlığın bir kez daha öldüğünü açıkça göremiyor muyuz?
Fakat dünya baronlarının kana olan açlığı bir türlü bitmek bilmiyor.


Hitler’in çocuk bile ayırt etmeden milyonlarca Yahudi’yi ve Çingeneleri, gaz odalarında, çeşitli tıbbi
deneylerde katletmesinin ağırlığı altında, ezilen var mıdır? Gerçekten bilmek isterim…
Avrupa’nın ortasındaki Bosna Hersek savaşında Sırp katiller tarafından katledilen milyonlarca
Bosnalıya karşı kıllarını bile kıpırdatmadan beklemelerinin elbette bir izahı var da mağdur edilen halk,
bunu ve nedenlerini okuyabiliyor mu?


İsrail’in neredeyse 100 yılı aşkın süredir Filistinlilere uyguladığı vahşetin pek çok nedeni var…
Sürdürülebilir bir savaş ortamından nemalananlar için feda edilen canların hesabını kimden
soracağız? Batı Şeria ve Gazze ablukasındaki katliamlarda öldürülen milyonlarca çocuk için, İsrailli
hem de kadın bakanın “soylarını küçükten kurutmak lazım” dediğinde, niye duyarlı İsrail halkı, bu
caniye haddini bildirmez…


Öyle ki, kendi halkından isyan edenleri bile acımadan öldürebilen gözünü kan bürümüş İsrail
askerlerinin katlettiği barış gönüllüsü Rachel Aliene Corrie’yi ve feryatlarını unutabilir miyiz?
“Durdurun artık bu katliamları” diye çığlık atarak dostu eczacı Samir Nasrallah’ın evini korumaya
çalışırken, İsrail tankları altında can veren Corrie kadar cesur olmadıkça, zalimlerin akıttığı kanda
boğulmaya devam edeceğiz…


İtalyanların Habeşistan katliamından Ruanda’ya, Sudan’a, Darfur’dan Arap Bahar’ına kadar geçen
sürede almamız gereken sayısız dersten biri de “Halkların daha akıllı seçimler yapması ve haklarına
sahip çıkması” gerekliliği olmalıdır. Barıştan sosyal refahtan, laik ve demokrasiden yana olmayan
her yönetimin, dünyanın başına bela olan diktatörler yarattığı gerçeğini görmek çok mu zordur…
Baş aktörleri hiç değişmeyenlerin korku filmlerini aratmayacak türden senaryoları, ne yazık ki bizim
topraklarımız içinde yazıldı, oynandı hala oynanmaya devam ediyor… Ya doğrudan kendilerinin
yaptığı ya da gözlerini para, imtiyaz gibi süfli sebeplerle boyadıkları maşaları aracılığıyla kan dökmeye
devam ediyorlar…

Adı “bebek katiline” çıkmış bir akıl hastası olan Öcalan'ın "DEP'e oy vermeyenin tavuğunu bile
öldürün" sözünü fırsat bilen bölücü terör örgütü PKK, hiç vakit kaybetmedi. Türkiye eylemlerine
başladığı 1987 yılında, henüz 9 aylık olan Muhammed Omar bebeği, Akçakale'deki evinde
katletmesinin dağladığı acı, Pazar günü yerini yenisine bıraktı.


Hayatlarının baharında kaybettiğimiz, Yağmur ve Ecrin, hayallerini umutlarını yarınlarını yok sayan
sözde amaçları uğruna acizce eylem yapan şeref yoksunu bir örgütün kurbanı oldular. Sorgulanacak
da konuşulacak da çok konu var, elbette...


Bilinçli olarak yaratılmaya çalışılan kaos ortamlarına, çocukları ve gençleri kurban edenlere geçit
vermeyecek bilince ulaşmak, tarihten günümüze kadar katledilen çocuklarla birlikte Yağmur ve Ecrin’in de bize yüklediği bir görevdir…