'' ÜSTAD YORUMU:BİLİNMEYENLER '' MAHİR VE HÜSEYİN OLAYI

Türkiye'de ne kadar devrimci, entel bar aydınları, eski tüfek komünistler, solcu yazarlar, araştırmacılar, akademisyenler, kulağı keskin muhalif yaşlı siyasetçiler ve MİT dahil ne kadar uyanık emniyetçiler varsa ezici çoğunluğu garip bir yanılgı içindedir.

'' ÜSTAD YORUMU:BİLİNMEYENLER '' MAHİR VE HÜSEYİN OLAYI

Daha doğrusu uçurulan bir yalanın peşinde, şehir efsanesinin büyüsüne kapılarak çok uzun yıllardır mantıksız bir hatanın tekrarını sergiliyorlar.

Devrimci Hüseyin Cevahir ile Mahir Çayan'ın katledilmesinden tek bir kişiyi, Cihangir Erdeniz'i sorumlu tutarlar.

Bu da yetmez olaydan yedi yıl sonra hedefteki kişinin infazı gerçekleşir.

Cihangir çapraz ateş sonucu olay yerinde can verir ama acaba suçlu ve sorumlu mudur?

Aklı başında olan herkesi biraz düşünmeye ve araştırmaya davet ederim.

Acaba gerçek sorumlu kimlerdir?

Herkes kendi vicdan mahkemesinde yargılasın.

Benim amacım daha dün gibi içinde yaşadığım, tanıdığım insanlara dayanarak olayın perde gerisini nakletmek ve tarihe not düşmektir.

Yanlışım veya noksanım varsa, eklemek lütfunda olacaklara da saygı duyarım.

**********************

İstanbul'un Pendik banliyösü 1960'lı yıllarda mutlu, sakin bir sahil köyü idi.

Pendik’te beyaz üniformasıyla dikkat çeken genç bir subay vardı.

Preveze deniz zaferini kazanmış Kaptan-ı Derya gibi hafif kasıntı triplerinde dolaşan bu çok genç deniz subayınin adı Cihangir Erdeniz idi.

Fiziksel görünüm olarak Antonio Banderas’ın bir beden ufağı, Alain Delon gibi masum bakışlı bir elit fırlamaydı.

Sadece denizcilerin yüzünde görülen farklı bronz ten, bu çakı gibi bekar, varlıklı subayı adeta Pendikli genç kızların yüreklerini yakan “Eros”u haline getirmişti.

********************************

İşte bu Cihangir abimizin en büyük özelliği, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve de dünyanın en ünlü keskin nişancısı olmasıydı.

Sadece Türkiye’de değil dünyada da adı geçen, brövelere sahip çok özel bir nişancıydi.

Zaten o yıllarda tüm dünyada kurumsal nitelikli keskin nişancılar arasında birinci, ikinci ve üçüncü yoktu.

Zira aralarında Cihangir Erdeniz'in de bulunduğu dünyadaki 3 isim aynı dereceyle birinciydi.

Her üçü de hedefe değil, hedef içinde işaretlenen minik bir noktaya odaklanırlar ve milim şaşırmazlardı.

Cihangir abi Pendik sahilinde elinde zıpkınla dalar biz çocuklar heyecanla seyre koyulurduk.

Cihangir abi denizde adeta kaybolur, bir kaç dakika sonra kol büyüklüğündeki kefalle çıkardı.

Zıpkını her zaman balığın yüzgeçine nişanlar ve böylece balığa acı çektirmeden avlardı.

Arkadaşlarıyla beraber ava çıkardı ama tek bir hayvana nişan almazdı.

Onun av merakı sadece spor amaçlıydı.

Ellerinde sapanla boş şişelere atış yapan çocukları görse hemen yanlarına gider ve en zor hedefi sapanla parçalardı.

Cihangir Erdeniz hedefe kilitlenme konusunda adeta iflah olmaz bir deli yürekti.

Uzaktaki cansız hedefe nişan alarak antreman yapardı.

Keskin nişancılık çok zor ve uzun bir eğitim süreci sonunda elde edilebilecek özelliktir.

Rüzgarın yönü ve şiddeti, ışık hüzmesi bile her şeyi değiştirebilir.

Hafif silahla yakın plana, dürbünlü tüfekle uzun mesafeye keskin nişancı olmak dünyada çok ender kişinin sahip olduğu, pek görülmeyen bir özelliktir.

Zira nişancılar veya suikastçiler sadece tek yönde eğitim görürler. Ya yakın plan çalışırlar, ya da uzak mesafe dürbünlü talimi yaparlar.

Cihangir abi hedefe hangi mesafeden olursa olsun 50 kez ateş etse bir tanesini bile ıskalamaz, noktaya adres teslim gönderirdi.

Bu dikkat çekici özelliğinin ona neler hazırladığı ise yıllar sonra görülecekti.

*******************

1978 yılı Haziran ayında Pendik’te ilk kez bir suikast yaşandı.

Yasadışı örgüt infaz yapmıştı.

Pendik’in en işlek arterlerinden, 23 Nisan Caddesi’ndeki av ve spor malzemeleri dükkanını hedef alan militanlar çapraz ateşe aldıkları iki kişiyi delik deşik edip olay yerinden uzaklaştılar.

Emekli deniz albay Cihangir Erdeniz ve dükkanındaki yardımcısı Mustafa Erdem orada can verdi.

Neyin hesaplaşmasıydı?

Tarihi şimdi biraz geriye saralım.

29 Mayıs 1971.

Devrimci gençlik liderlerinden Mahir Çayan ile Hüseyin Cevahir, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u öldürdükten sonra güvenlik güçlerinden kaçarken Maltepe’de bir evin ikinci katına sığındılar.

Yanlarında o evin kızı, 16 yaşındaki Sibel Erkan'ı annesiyle birlikte tam dışarı çıkarken rehine olarak aldılar.

Bir döneme damgasını vuran ve devrimci gençlik arasında kökleşen “Mahir-Hüseyin-Ulaş, kurtuluşa kadar savaş” sloganının isim kahramanları olan Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’e teslim olmaları çağrısı yapıldı.

Mahir’in annesi ile Hüseyin’in amcası Maltepe’ye getirildi ancak onlar da gençleri ikna edemediler.

O akşam Pendik’ten bir grup arkadaş olayı izlemek için Maltepe’ye gittik ve projektörlerle aydınlatılan binayı karakolun önünden izlemeye koyulduk.

55 saat süren gergin bekleyiş üçüncü gün öğleden önce saat 11.20 sularında sonlandı.

Rehine olayında eve ilk ulaşan sivil ekip otosunda rahmetli gazeteci Mehmet Türker vardı.

Olay mahallindeki tek gazeteci ve daha sonraki yıllarda birlikte çalıştığım Hürriyet'in efsane İstihbarat Şefi ustadan o günü defalarca dinledim.

Olayın içinde yaşayan emniyetçileri dinleyerek bütün parçaları birleştirdim.

Keskin nişancı Cihangir tetiğe basmış ve aynı anda telsizden apartmanda elleri tetikte bekleyenlere anons geçmişti.

Mahir Çayan sol omuzundan yediği tek kurşunla bir köşede yaralıydı ancak Hüseyin Cevahir kapıyı kırarak eve dalan yelekli polislerce adeta kurşun yağmuruna tutuldu.

Genç kız Sibel diğer odanın köşesinde sinmiş, korku içinde titriyordu.

Süreyyapaşa Hastanesi morguna kaldırılan Hüseyin’in vücudundan 26 kurşun çıkarıldı.

Morgda oğlunun naaşını son kez gören babası daha sonra oğlunun vücudunda 83 kurşun deliği bulunduğunu iddia etti.

İşte bu olayın faturası doğrudan Cihangir Erdeniz’e kesilmiş ve 7 yıl sonra hesap sorulmuştu.

***************

Ancak bu olayda yığınla tutarsızlık ve polis kayıtlarına göre mantık hataları vardır.

Birincisi, keskin nişancının aynı anda iki ayrı hedefe ateş etmesi mümkün değildir.

Eve dalan polislerin o anki psikolojik durumlarıyla her iki devrimciye de kurşun yağdırmaları gerekirken Mahir’e ateş edilmemesi mantıklı değildir.

Polisin resmi kayıtlarına göre Mahir intihar amaçlı olarak kendi silahıyla kendini sol omuzundan vurmuştur.

Bu mümkün olmadığı gibi komik bir değerlendirmedir.

Zira tanıyanlar bilir, Mahir Çayan solaktı.

Solak kişinin sol eliyle sol omuzunu vurması dünyada henüz yaşanmış olay değildir.

İntihara teşebbüs eden solak kişiler genelde namluyu çenesinin altına veya sol şakağına dayar.

Kaldı ki Mahir ölmeye hazırdı.

Hüseyin ile bu konuda devrimci andı içip, birbirlerine söz vermişlerdi.

Dışardaki güvenlik kuvvetlerine de ölümden korkmadıklarını defalarca haykırmışlardı.

Bir başka ayrıntı, Mahir ve Hüseyin, devrimci arkadaşları Sinan Cemgil’in öldürüldüğünü o gün evdeki radyodan duymuşlardı.

Sinan her ikisinin de çok sevdiği dava arkadaşlarıydı.

Bu ölüm haberiyle adeta sarsıldılar ve gözleri iyice karardı.

Böyle bir ruh halindeki kişinin kendisini yaralaması olabilecek iş değildir.

Soldan mermi yiyen Mahir'in gücü hareket etmesine engel oldu, kolunu kaldıracak durumda değildi.

Devrimci Mahir Çayan daha sonra 30 Mart 1972 tarihinde Kızıldere’de arkadaşlarıyla beraber güvenlik güçleriyle çatışmaya girdi ve öldürüldü.

***********************

Güvenlik operasyonlarında gizlilik esastır.

Bu olayda Cihangir Erdeniz daha ilk gün afişe edildi.

Oysa kendisi yalnız değildi.

Yanında kendisinden daha az kıdemli binbaşı rütbesinde olan keskin nişancı Necdet A. isimli bir karacı subay vardı.

Aralarındaki anlaşmaya ve aldıkları emre göre Cihangir Mahir Çayan’a, diğer nişancı subay Hüseyin'in kafalarını hedef alıp aynı anda tek vuruşta devireceklerdi.

Hayatında havada, karada ve denizde bir defa bile karavana atış yapmamış olan Cihangir tetiğe basacağı anda silahının vizöründen net gördüğü gencecik Mahir’e kıyamadı.

Anlık refleksle ölüm vuruşu yapmadı sadece yaralama amacıyla tetiğe bastı.

İsteseydi değil başının herhangi bir yerinden, sol kulak memesinden bile vurabilecek yetenekteydi.

O anda Mahir'e kıyamadı.

Nitekim diğer keskin nişancı atıştan sonra Cihangir’e dönerek “Komutanım anlaşmamız böyle değildi..” diyerek sitem etti.

Bütün bu anların ayrıntılarını olaydan bir süre sonra Pendik sahilde rakı sofrasında Cihangir abimiz bazı yakın arkadaşlarına anlattı.

Tarihi önemi olan bu samimi itirafın birinci elden tanığıyım.

Dönemin 1. Ordu Komutanı Org. Faik Türün, İstanbul Valisi Vefa Poyraz ve Emniyet Müdürü Muzaffer Çağlar’dır.

İnfaz emrini veren kişi, otoriter özelliğiyle nam salan 1.Ordu Komutanı Türün'dür.

Cihangir Erdeniz devrimci gençleri öldürmedi değerli dostlar.

Hayvanın bile canını almaktan sakınan Cihangir görevi gereği Mahir'e ateş etti ancak bilinçli şekilde yaraladı.

Bu gerçeğin artık bilinmesi gerekir.

Cihangir olayı daha Türkiye'de sonra çok büyük gelişmelere zemin hazırladı.

Bunların da ayrıntılarıyla bilinmesi için yazmaya çalışacağım.